29 Nisan 2010 Perşembe

TURKISH DAILY NEWS / 19 March 1996

http://zeus.hri.org/news/turkey/trkn/1996/96-03-19.trkn.html

ISIS librarian and joint organizer of the seminar, Serdar Katipoglu, points out that online access systems are ideal for countries like Turkey which do not have a strong library tradition. With the number of published scientific articles doubling every 16 years and increased financial pressure, online access systems offer a convenient way to provide access to `high' level material which would otherwise be unavailable.

Açık Radyo Söyleşi

08 Mayıs 2009 Cuma

http://www.bilgicagi.com/Radyo/97-istanbul_bilgi_universitesi_kutuphane_ve_elektronik_kaynaklar_direktoru_serdar_katipoglu.aspx

Kütüphaneler ve enformasyon teknolojisi

İstanbul : Cumhuriyet , 25.03.1995.

http://library.bilgi.edu.tr/search~S10?/akatipoglu/akatipoglu/-3,0,0,B/l962&FF=akatipog~alu+serdar&18,,27,0,0/indexsort=-

Geleceğin kütüphaneleri bilgi toplumunu yaratacak

İstanbul : Yeni Yüzyıl , 28.08.1995.

http://library.bilgi.edu.tr/search~S10?/akatipoglu/akatipoglu/-3,0,0,B/l962&FF=akatipog~alu+serdar&12,,27,0,0/indexsort=-

E-kitap, cep kitap ödünç verilir

İstanbul : Cumhuriyet Bilim Teknik, 22.01.2005.

http://library.bilgi.edu.tr/search~S10?/akatipoglu/akatipoglu/-3,0,0,B/l962&FF=akatipog~alu+serdar&8,,27,0,0/indexsort=-

Ayaklı kütüphane sanal kütüphane


Dünün ‘Hafızıkütüb’u ile bugünün ‘Internet’inin kaygısı ortak: sınırsız hizmet, bilgiyi derlemek, isteyene sunmak. SERDAR KÂTİPOĞLU * Geçmişte kütüphaneleri Hafızıkütüb yönetirdi. Alim kişiydi. Ama daha da ötesi Hafızıkütüb kütüphanedeki kitapların içeriklerini ezbere bilen kişiydi. Asıl işi kütüphaneye kitap sağlamak, koleksiyon oluşturmak ve onları okuyucuya sunmaktı. Hafızıkütüb bununla yetinmezdi. Toplantılar düzenler, kitapları ezbere anlatırdı; dersler verirdi. Okuyucular aynı zamanda dinleyici idiler. Kaygı, bilgiyi aktarmak. Kütüphanelerin kutsal sessizliği yerine göre kitabın sesine dönüşürdü. Kitabın içeriği kağıttan çıkardı. Kendine yeni ortamlar bulur, okuyucusuna ya da dinleyicisine, daha doğrusu onu isteyene ulaşırdı. Bu işi en iyi ‘Ayaklı Kütüphane’, yani Hafızıkütüb yapardı. Belleği büyük ve kuvvetli idi. Yakın geçmişte her şey kağıt aracılığıyla topluma sunulurken bugün elektronik ortam kağıdın yerini aldı. Elektronik ortam bizlere dev Hafızıkütübler yaratma olanağı vermiştir. Bellekleri çok çok büyüktür. Bu, Alaeddin’in lambasının ve cinlerinin çoğalmasıdır. Büyük elektronik bellekler her türlü dileğinizi yerine getirebilir. Onlar da ataları gibi bilgiyi içinde barındırır, eğer isterseniz onları size sunar. Onlar tıpkı geçmişte olduğu gibi kütüphanelerde yaşar.
Bilgi teknolojileri sayesinde,

bugün bilgi elektronik ortamda
üretiliyor ve kullanıma
sunuluyor.
Binlerce elektronik dergi İnternet üzerinden kullanıma açıldı. Tek tuş ile yeni ve eski tüm sayılarına ulaşabilirsiniz. Gerekirse makaleleri elektronik mektup ile başkalarına da gönderebilirsiniz. Ansiklopediler yine en güncel haliyle bilgisayarınızdadır. Özel konu veri tabanları zamanınızı en ekonomik biçimde kullanmanızı sağlar. Akademik denetimli Internet sayfaları sizleri ‘Enformasyon Kirliliği’nden korur. Lambanın cinleri iyi ellerdedir. Sahiplerinin, yani kütüphanecilerin istekleri doğrultusunda cinler adım adım ‘Sanal Kütüphane’yi kurmaktadır. Kütüphanelerin mesai saatleri değişti. Kütüphaneler günün 24 saati, haftanın 7 günü açık. Eğer üye iseniz kütüphaneye gelmenize de gerek yok. Verilen kimlik numarası ile Internet üzerinden kütüphaneye erişir ve tüm bilgi kaynaklarını kullanırsınız. Geciken kitabınızı evden uzatır, gerekli kitabı ayırtabilirsiniz. ‘Sanal kütüphane’ duvarları ortadan kaldırdı. Fiziksel uzaklık artık yok. Kütüphanenin sessizliğini isterseniz evinizde yaratabilirsiniz. Dünün ‘Ayaklı Kütüphane’si ile bugünün ‘Sanal Kütüphane’sinin kaygısı ortaktır: Sınırsız hizmet vermek, bilgiyi derlemek ve bilgiyi isteyene sunmak. En inatçı davranan kitaplar da sonunda ikna oldular. Elektronik ortamda ortaya çıktılar. Hemen hemen klasiklerin büyük bir kısmı Internet üzerindedir. Kütüphanenin katalogunu Internet üzerinden taradığınızda önce kitabın künyesi ekranda belirir. Son tuş hareketiyle de kitabın tümü ekranda belirirse hiç şaşırmayın. Her alanın temel kitapları artık gözünüzün önündedir. Yeni basılan kitapların elektronik versiyonları da piyasada satışa çıktı. Kütüphaneler bu elektonik kitapları koleksiyonlarına eklemeye başladılar. Bu sürecin sevindirici başka özellikleri de vardır. Kitap ve derginin yıpranma ve kaybolma sorunu ortadan kalkmıştır. Ayrıca, aynı kitabın birden fazla kopyasının alınmasına da gerek kalmamıştır. Kitabı raftaki yerinde bulamadım diye hayıflanmak artık geçmişte kalacaktır.
Görsel ürünler ve özellikle müzik koleksiyonları oluşturmada olağanüstü bir şans
yakalandı. Görsel ürünler elektronik ortamdadır. Artık gözden ırak değildirler. Makaleler dışında müzik notalarını da içeren veri tabanları halen kullanımdadır. Müzik kayıtları şu an Internet üzerinden dinlenmektedir. Gerçi bu ticari açıdan tartışmalı bir durum yaratmaktadır. Müzik kayıtlarının veri tabanları şeklinde kütüphanelere satılması bu sorunu olumlu yönde çözecektir. Teknolojinin cazibesi bazen yerine getirilmesi gereken hukuki kuralları gözardı ettirmekte.
Internet kitap ve derginin dışında yeni bir tür bilgi kaynağı yarattı: Internet ‘WEB’ sayfası. Bu sayfaların içeriği
doğru olanları, bilimsel olanları tıpkı kitap gibi kataloglanıp gerekli bağlantıları kütüphane kataloglarına konuldu.
Sanal kütüphanelerin söz konusu nitelikleri, Internet üzerinden öğretimin başlamasını da ateşledi.
Kütüphaneciler ve kütüphaneler ‘Bilgi Toplumu’nun öncüleridir. ‘Bilgi Toplumu’ tam anlamını Sanal
Kütüphanelerde bulmaktadır. Türk kütüphanecileri dünyadaki meslekdaşlarıyla aynı zaman diliminde ‘Entelektüel
Teknoloji’yi bilimin ve toplumun hizmetine sundular. Bu başarının perçinlenmesi çok daha fazla Türkçe veri
tabanının oluşturulmasına bağlıdır.
Unutmayalım ki Sanal Kütüphaneler iki temel hak çerçevesinde bilgiyi sunar: Birincisi, bilgi toplumunda en
temel insan hakkı bireyin bilgiye erişim hakkıdır.
İkincisi ise bilgiyi üretenlerin hakkı, telif hakkıdır.
* İstanbul Bilgi Üniversitesi Kütüphane Müdürü

Avrupa Kültür Başkentleri, Kütüphaneleri ve İstanbul 2010 European Capitals of Culture, Libraries and Istanbul 2010

Öz
Bu yazıda, Avrupa Kültür Başkentlerinin oluşumu, kütüphanelerin bir kültür sektörü
olarak yeniden tanımlanması, kültür başkentlerinin kendi süreçleri içinde kütüphanelerle
ilgili geliştirdikleri projeler ve uygulamalar anlatılmıştır. Bu bağlamda, 2010 yılında Avrupa
Kültür Başkenti olacak İstanbul’un, kütüphaneler ile ilgili politikasının belirlemesi ve
uygulamaya geçilmesinin gerekliliği vurgulanmıştır.
Anahtar sözcükler: Kültür başkentleri, Kütüphaneler, Avrupa, Türkiye
Abstract
In this article, the formation of European Capital of Culture, redefinition of libraries as a
cultural realm; projects, case studies and applications developed by Capital(s) of Culture
are explained and described. In this context, the significance of Istanbul as the European
Capital of Culture in 2010; the certain necessity of developing Istanbul’s urban policies on
libraries and the importance of starting an applied program of actions about these library
policies are emphasized.
Keywords: Capitals of culture, Libraries, Europe, Turkey
Giriş
Pek çok oluşum, kurum gibi biz kütüphaneciler de İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olma
sürecini, duyurulduğu günden itibaren izlemeye başladık. 2010 yılına sayılı günlerin kalması
ve programda yer alan İstanbul Kütüphanesi’nin bir an önce kurulmasını kutlayacağımız
45. Kütüphane Haftası’nda bir kez daha hatırlatmak istedik. İstanbul’un kültür başkenti olma
sürecini kütüphaneler açısından daha iyi anlamak, yorumlamak ve sonuçlandırmak için
önce Avrupa’da kültür başkenti olmuş kentlerin, kütüphaneler ile olan ilişkilerine ve izledikleri
politikalara bakalım.
* Kütüphane ve E-Kaynaklar Direktörü; İstanbul Bilgi Üniversitesi Kütüphanesi, İstanbul. (serdar@bilgi.
edu.tr)
304
BİLGİ DÜNYASI, 2009, 10 (2) Serdar KATİPOĞLU
Avrupa Kültür Başkentlerinin Oluşumu
Avrupa Kültür Başkenti farklı bir tanımla olsa da ilk kez Yunanistan Kültür Bakanı Melina
Mercouri tarafından önerilmiş ve bir jest olarak bu sıfat 1985 yılında Atina’ya verilerek süreç
başlatılmıştır. Zaman içinde kültür başkenti olmak, o kente sadece statü vermek ya da
kültürel aktivite yapmak anlamından kurtulup, kentin kalıcı unsurlarla gelişmesine katkıda
bulunmak anlamına dönüşmüştür.
Kültür Başkentleri ve Kütüphaneler
1997 yılında, Selanik’te kültür başkenti için kültürel amaçlı birçok bina inşa edilmiştir. Bunlar
içinde en dikkati çeken ise yeni kütüphane binasıdır. Selanik Uluslararası Kütüphanesi adı
ile 1997 yılının Mart ayında açılan bu kütüphane takip eden yıllarda diğer kütüphanelerle
birleştirilerek daha da geliştirilmiştir. Bu kütüphane günümüzde akademik nitelikte,
genel eğitimle bütünleşmiş ve halka açık bir kütüphane olarak tanımlanmakta ve işlevini
sürdürmektedir.
1985’ten 2000 yılına kadar Avrupa Birliği (AB) üyesi olan ülkelerden kültür başkentleri
seçilirken, yeni binyılın (milenyum) başlamasıyla Avrupa Kültür Başkenti unvanı hem birden
fazla kente, hem de AB Adayı olan ülkelerin kentlerine de verilmeye başlanmıştır. Böylece
2000 yılında kültür başkenti sayısı dokuza çıkmıştır. Bu dokuz kent içinde bulunan Avignon
(Fransa), Cracow (Polonya), Helsinki (Finlandiya) ve Santiago del Compostela (İspanya)
kentleri kütüphane binası projeleriyle işbirliğine gitmişlerdir. Yalnız kütüphane binası
projesiyle yetinmeyip kütüphanelerde yazarlarla yapılacak oturumlar, edebiyat projeleri ve
okuma uygulamalarıyla ilgili programları da belirleyici unsur olarak sunmuşlardır (Dewe,
2006).
2005 yılı Kültür Başkenti Cork (İrlanda) kentinde Tory Top’ta yeni bir kütüphane
açılmış, Wilton Shopping Centre Kütüphanesi de yenilenmiş ve her iki kütüphane de çağdaş
bir yönetim anlayışıyla hizmet vermeye başlamıştır. Kütüphanelerin dermeleri güncel
kaynaklarla zenginleştirerek kentlilerin kullanımına sunulmuştur. Kent yönetimi ve yerel
yönetim birimleri ortak bir bütçeyle bu projeleri finanse etmişlerdir (Corck, 2005 Archive,
2009).
2007 yılı Kültür Başkenti Sibiu (Romanya) kenti, resmi internet sayfasında olmamasına
karşın bir gazete haberinde Astra Kütüphanesi binasının açılışını bildirilmiştir. Aynı haberde
bu faaliyetin Romanya’nın AB’ye kültürel katkısının önemli bir göstergesi olduğuna da dikkat
çekilmiştir (International Herald Tribune, 2008).
2008 yılı için Avrupa Kültür Başkentleri olarak seçilen Stavanger (Norveç) ve Liverpool
(İngiltere) sundukları ve gerçekleştirdikleri programlarıyla kültürel işlevlerini kütüphanecilik
açısından başarılı bir şekilde yerine getirmiştir. Stavanger’de 1987 yılından beri bir kültür
ve toplantı arenası olan Stavanger Kültür Merkezi, Kültür Başkenti sürecinde programların
yoğunlaştığı bir yer olmuştur. Bu merkez, bünyesinde 8 sinema, birer kütüphane ve sanat
galerisi ile toplantı salonlarını barındırmasının yanı sıra kafe ve dükkânlarıyla da bireyin kültür
ve toplum ile buluştuğu bir sosyal alışveriş, bir iletişim ortamı olarak işlevini sürdürmektedir.
305
Avrupa Kültür Başkentleri, Kütüphaneleri ve İstanbul 2010 BİLGİ DÜNYASI, 2009, 10 (2)
Kültür Merkezinde ise, esas vurgulanan bölüm kütüphanedir. Stavanger Kütüphanesinin
halen ülkenin en yeni ve en büyük kütüphanesi olduğunu da burada belirtelim.
Liverpool (İngiltere)’da 2008 yılı Kültür Başkenti olarak aynı yıl Liverpool Merkez
Kütüphanesi açılmıştır. Ayrıca, son beş yıl içinde Liverpool’daki kütüphanelerin yarısı
onarımdan geçirilmiş ya da yerleri değiştirilmiştir. Özellikle belirtilen bir özellik ise, kütüphane
kullanıcılarının 7’den 70’e yerine, yedi aylıktan 101 yaşına şeklinde tanımlanmasıdır. Çünkü
kütüphane yetkilileri en genç kullanıcılarının yedi aylık, en yaşlı olanın ise 101 yaşında
olduğunu belirtmektedir.
2008 yılı kültür başkenti seçimi için 8 kent başvuruda bulunmuştur,. Aday kentlerin
başvuru taslaklarında kütüphaneler, yapacak önemli yatırımlar olarak gösterilmiştir. Örneğin,
Birmingham Merkez Kütüphanesinin yeni bir alanda yeniden kurulacağı; Bristol’da ise dört
yeni kütüphanenin açılacağı ve Newcastle’da yeni bir merkez kütüphane için yeterli bütçe
olduğu belirtilmiştir.
Bir diğer örnek, 2009 Kültür başkenti Linz (Avusturya) ise bambaşka bir programla
karşımıza çıkmıştır: “Yüz Dilin Kütüphanesi”. Bu program Linz’te yaşayan göçmen veya
kentli ve ana dili Almanca olmayan kişiler için tasarlanmıştır. Bu programa kitap bağışlayıcı
veya ödünç alıcı gibi iki pozisyonda katılan kişiler, kendi ana dillerindeki kitap veya benzer
yazılı kaynakları kütüphaneye bağışlamaktadır. Böylece, en az 100 farklı dilde 1000 kitaptan
oluşan bir kitaplık kurulması düşünülmektedir. Bu program için kullanılacak kütüphane,
fiziksel olarak konteynırdan oluşacak ve merkez kütüphanenin önüne yerleştirilecektir.
Linz’in böylece kültür başkenti döneminde özel nitelikte bir kütüphanesi oluşmuştur
(Linz2009, 2009).
Palmer Raporu
Avrupa Kültür Başkentlerinin manifestosu sayılabilecek Palmer/Rae Associates’in
hazırladığı raporu (Report on European Cities and Capitals of Culture) yani Palmer Report’u
incelediğimizde, kütüphanelerle ilgili yeni anlamlar, görevler ve roller görmekteyiz. Raporda
bulduğumuz bazı örneklere göz atalım.
Stockholm 1998’de, yerel yönetim kentte çalışan insanları kültür başkenti programı
için eğitmiştir. Böylece hem yeni iş olanakları, hem de geniş bir katılımı sağlanmıştır.
Kütüphaneciler de enformasyon uzmanı olarak toplumu bilgilendirme sürecinde aktif rol
almışlardır. Helsinki’de yerel yönetim tarafından Avrupa Kültür Başkenti projeleri hakkında
bilgi vermek ve bu projeler ile ilgili görüş almak için kütüphanelere fikir kutuları diye
adlandırılabilecek “ideas boxes” lar koyulmuştur Böylece kütüphaneler aracılığıyla toplumun
aktif olarak kültür başkenti sürecine katılımının sağlanması amaçlanmıştır.
Raporda dikkati çeken bir diğer nokta, “kültürel sektör” tanımının kullanılmasıdır.
Tiyatro, dans, opera, görsel sanatlar, film, edebiyat, mimarlık, tasarım, moda, dijital sanat,
klasik müzik, pop, caz ve elektronik müziğin yanı sıra arşivler ve kütüphaneler de bu
tanım ve sınıflama içinde yer almaktadır. Bunun ilk uygulamalarını Luxembourg 1995’de,
Cophenhagen 1996’da görüyoruz. Kültürel sektör tanımlarına 1996 yılından bugüne,
306
BİLGİ DÜNYASI, 2009, 10 (2) Serdar KATİPOĞLU
oluşan yeni kültürel sektörler de eklenmeye devam etmektedir (Palmer/Rae Associates
International Cultural Advisors, 2004, s.118).
Ortak Projeler
2000’li yıllarda ise, kültür başkentleri, ortak projelere ve işbirliğine dönük çalışmalara
yönelmeye başlamıştır. Ortak projelerde mimarlık, dans, tasarım, film, yeni medya, görsel
tasarımın yanı sıra arşiv ve kütüphaneleri de görüyoruz. Örneğin: Helsinki 2000, Prag 2000,
Bruges 2002.
Bergen 2000‘de ise, karşımıza çıkan “European Cooperation” projenin altında
arşiv kitapları ve bilgi ağı programını görmekteyiz. Bu programda kütüphanelerdeki bilgi
kaynaklarıyla Norveç, İzlanda, Çek, Finlandiya, İspanya, İtalya arasında bir bilgi ağı
oluşturulmuştur. Bu bilgi ağı yazar değişim programlarıyla da desteklenmiştir.
Altyapı Projeleri
Yazımızın başında belirttiğimiz gibi, kültür başkenti olmak süreç içinde kültürel kalıcı
yatırımların yapıldığı bir kent olmaya dönüşümü de sağlamaktadır.
Kopenhag 1996’da Danimarka Kültür Bakanlığı, Milli Kütüphane’yi içinde barındıran
yeni bir kültür merkezi yapımını gündeme almıştır.
2000 yılı Kültür Başkenti Bolonya (İtalya)’da Sala Borsa Kütüphane binasını restore
etmiştir. 2000 yılında resmi olarak açılan kütüphane 2001 yılında halka hizmet vermeye
başlamıştır (Palmer/Rae Associates International Cultural Advisors, 2004, s.144).
2001 yılı Kültür Başkenti Porto (Portekiz)’da ise “Almeida Garrett da Vitoria Kütüphanesi
Ekim 2000 de içi ve dışı mekânları yenilenerek tekrar açılmıştır (Palmer/Rae Associates
International Cultural Advisors, 2004, s.254).
Hemen hemen bütün kültür başkentleri programlarında tarihi binalar yenilenmekte ve
kültürel miras niteliği olan yapılar gözden geçirilmektedir. Uygun nitelikteki eski binalar ise
müze, galeri, kütüphane ve performans merkezlerine dönüştürülmektedir.
İstanbul 2010
Kütüphaneler ile ilgili bilgi almak için İstanbul 2010’un internet sayfasına baktığımızda, “Murad
Molla Kütüphanesi” restorasyonu ile ilgili bir bilgi notunu görmekteyiz. İstanbul Kütüphanesi
için arama yaptığımızda ise “Rami Kışlası”nın halk kütüphanesi ve kültür merkezi olarak
geliştirilmek üzere İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne devrediliyor” haberini bulabiliriz. Hâlbuki
2008 Mart ayında, İstanbul 2010’un internet sayfasında İstanbul Kütüphanesi ile ilgili çok
daha kapsamlı bilgiler yer almaktaydı. Böylece kültür başkenti olarak İstanbul, kütüphaneler
başkenti olma yolunda somut bir adım atmış olduğunu gösteriyordu. Hatırlamakta yarar var,
Avrupa Komisyonu; İstanbul, Pecs (Macaristan), Essen-Ruhr (Almanya) kentlerini de 2010
yılı için Avrupa Kültür Başkentleri olarak ilan etmiş ve üç kent bu amaçla sanat ve kültür
ağırlıklı plan ve projelerini hayata geçirmeye başlamışlardır.
307
Avrupa Kültür Başkentleri, Kütüphaneleri ve İstanbul 2010 BİLGİ DÜNYASI, 2009, 10 (2)
Örneğin, Essen 2010 için Ruhr bölgesindeki tüm üniversite, halk, özel konu kütüphaneleri
bir bilgi ağında birleştirilmektedir. Tarihi değerleri olan tüm kitap ve dokümanlar, bir kültürel
miras kaygısıyla bu bilgi ağında kamuoyuna ve topluma dijital ortamda sunulmaktadır.
Ayrıca Essen 2010 için diğer kardeş kültür başkentlerle işbirliği yapılacağı da belirtilmektedir
(Mamecke, 2008).
Pecs 2010 için ana projelerden biri olarak “Güney Tuna Bölge Kütüphanesi ve Bilgi
Merkezi” adıyla büyük bir kütüphane binası yapılmaktadır. Bu yapı için bir mimarlık yarışması
açılmıştır ve 2007 yılında sonuçlandırılmıştır (Toller, 2008).
Sonuç olarak İstanbul 2010 adına süre giderek daralmaktadır. Hatta 2010’nun diğer
kültür başkenti olan diğer iki kardeş kent ile karşılaştırıldığında geç bile kalınmıştır.
Yine de, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Kanunu’nda belirtilen İstanbul
Kütüphane ve Kültür Merkezi’nin yapımına ivedilikle başlanmalıdır. Ancak bu bir inşaat
süreci olmamalı ve böyle algılanmamalıdır. Öncelikle ulusal düzeyde bir mimarlık yarışması
açılmalı ve mimari açıdan kendini aşan bir yapı olmalıdır. Aynı zamanda bu yarışma ile
ilgili süreç entelektüel bir ortama dönüştürülmeli ve toplumla paylaşılmalıdır. Kütüphanenin
temelinin atılması için en son şans 2010 yılı olacaktır.
Toplumsal amaçlı bir sosyal sorumluluk projesi olarak nitelenebilecek bu kütüphane,
İstanbul’un en önemli kültür belleği simgelerinden biri olmalıdır. Çünkü o İstanbul’un belleği
ve geleceğidir.
Avrupa Kültür Başkentleri
Yıl Şehir - Ülke Yıl Şehir - Ülke
2010 İstanbul-Türkiye 2000 Krakov - Polonya,
2010 Essen-Almanya 2000 Reykjavik - İzlanda,
2010 Peç-Macaristan 2000 Prag - Çek Cumhuriyeti,
2009 Vilnius -Litvanya 2000 Santiago de Compostela - İspanya
2009 Linz -Avusturya 1999 Weimar - Almanya
2008 Liverpool -İngiltere 1998 Stockholm - İsveç
2008 Stavanger -Norveç 1997 Selanik - Yunanistan
2007 Sibiu -Romanya 1996 Kopenhag - Danimarka
2007 Lüksemburg 1995 Lüksemburg
2006 Patras - Yunanistan 1994 Lizbon - Portekiz
2005 Cork – İrlanda 1993 Anvers - Belçika
2004 Genova - İtalya, Lille - Fransa 1992 Madrid - İspanya
2003 Graz - Avusturya 1991 Dublin - İrlanda
2002 Bruges - Belçika, Salamanca - İspanya 1990 Glasgow - İskoçya
2001 Porto - Portekiz, Rotterdam - Hollanda 1989 Paris - Fransa
2000 Avignon - Fransa, 1988 Berlin - Almanya
2000 Bergen - Norveç, 1987 Amsterdam - Hollanda
2000 Bologna - İtalya, 1986 Floransa - İtalya
2000 Brüksel - Belçika, 1985 Atina - Yunanistan
2000 Helsinki - Finlandiya,
308
BİLGİ DÜNYASI, 2009, 10 (2) Serdar KATİPOĞLU
Kaynakça
Cork 2005 Archive. (2009). 1 Eylül 2009 tarihinde http://www.cork2005.ie/about2005/
capitalprojects.shtml adresinden erişildi.
Dewe, M. (2006). Planning public library buildings: Concepts and issues for the librarian.
Aldershot: Ashgate.
Toller, L. (2008). European Capital of Culture-Pécs, 2010: Borderlesscity. Pécs: Pécs 2010
Application Centre, Europe Centre Pbc. 25 Temmuz 2009 tarihinde http://195.228.152.115/
public/upload/file/dokumentumok/nyilvanos/pecs2010_english.pdf adresinden erişildi.
International Herald Tribune. (2008).14 Mart 2008 tarihinde http://www.iht.com/articles/
ap/2007/01/01/europe/EU_GEN_Romania_Culture_Capital.php adresinden erişildi.
Mamecke, I. (2008). Libraries on their way to the European Capital of Culture 2010. 31 Ağustos
2009 tarihinde http://library.bilgi.edu.tr adresinden erişildi.
Linz2009. (2009). The library of a hundred languages. 31 Ağustos 2009 tarihinde http://www.
linz09.at/en/projekt-2106467/bibliothek_der_100_sprachen.html adresinden erişildi
Palmer/Rae Associates International Cultural Advisors. (2004). European cities and capitals of
culture Part I, II. 30 Ağustos 2009 tarihinde http://www.palmer-rae.com adresinden erişildi.

Teknolojinin betaları [full text article] : Söyleşi / Serdar Kâtipoğlu.

İstanbul : Focus, 05.2005.

http://library.bilgi.edu.tr/search~S10?/akatipoglu/akatipoglu/-3,0,0,B/l856~b1093525&FF=akatipog~alu+serdar&25,,27,1,0/indexsort=-

MODERNİZM, POSTMODERNİZM, ENTELEKTÜEL TEKNOLOJİ VE KÜTÜPHANELER

Serdar Katipoğlu
İstanbul Bilgi Üniversitesi
Kütüphane ve e-kaynaklar Direktörü
GİRİŞ
Yazı teknolojidir veya değildir. Platon 7. mektup başlıklı kitabında yazmaya karşıdır. Çünkü onu insani bulmaz. İnsana yabancıdır. Bu sorgulama, entelektüel teknoloji ile insan arasındaki ilişkinin tarihten gelen örneğidir.
“Avrupa Rönesansı’nın en tanımlanır anı ne İstanbul’un düşüşü ne de Amerika’nın keşfi, matbaanın icadıydı. 1455’teki Gutenberg devrimi, teknolojisi ile Avrupayı kağıt dünyasına soktu. 16. yüzyılın başlarında 20 milyon kitap kullanımdaydı.”[1]
Diderot ise günümüze en yakın anlamıyla ansiklopedi ile ilk database örneğini oluşturan kişiydi.
Hatta ansiklopedi bir bilgisayar mı dır? diye de sorulmaktadır.
Modernitenin ideolojisini anlamak için de ansiklopedi iyi bir örnektir. Dünyada ki tüm bilgiler toplanır sınıflanır ve kamuya sunulur.
MODERNİSM
Diğer taraftan tarihin her döneminde kütüphaneler vardı.
Konumuza giren, modernitenin veya modernizmin kurumlarından biri olan kütüphaneler ise 19. yüzyılın ortalarında Avrupa ve Amerika’da kurulmaya ve yaygınlaşmaya başladı. Kağıt kaynakların yani kitap sayısının çok fazla artması, sanayileşme ve ulus devletlerin olgunlaşmasıyla, kütüphanelerinde zenginleştiğini ve çeşitlendiğini görüyoruz.[2]
Önceleri devletin ve toplumun belleğini içeren ulusal kütüphaneler oluşuyor. Diğer taraftan da Habermascı “kamusal alan”a bir örnek olan Halk kütüphaneleri, toplumun kullanımına açılıyor. Bu kamusal alanlarlarda birey devletten, dinden ve ekonomik güçlerin etkisinden uzak kendisini tartışarak, okuyarak, izleyerek, dinleyerek geliştiriyor. [3]
Halk Kütüphaneleri ulusal kütüphane kadar koruyucu olsa da aynı zamanda da sunucudur. Daha sonraları “açık raf” sisteminin
uygulanmasıyla bu sunucu özelliği en üst düzeye çıkmıştır. Metaforik olarakta kullanıcılar artık kitaplar arasında nevigasyon yapmaya başlamışlardır.
Bilginin halka sunulması arzusunun getirdiği yeni hizmet biçimidir.
Batıdaki halk kütüphaneleri gelişiminin aynısını 1905 sonrası Çin’de ve 1917 sonrasında Sovyetler de de görüyoruz. Sovyetler her 2000 kişi için bir halk kütüphanesi politikasını hedefliyor. [2]
Türkiye’ye baktığımızda “1925-26 yılarında 280.000 kitaplı 51 kütüphane varken; 1933-34 yıllarında bu sayı toplamda 580.000 kitabı olan 91 kütüphane çıkmıştır. Bu 40 yeni kütüphaneden başka cumhuriyetin ekisiyle başta köy ve kazalarda olmak üzere 1726 okuma odası açılmıştır.
Kütüphaneler alanında genel planlama çalışmaları ancak 1961 yılı içinde başlamış, halk kütüphaneleri ile ilgili 10 yıllık bir plan hazırlanmıştır. Plan 1962 yılında onaylandıktan sonra uygulamaya geçilmiştir.”[4]
2007 yılında Halk Kütüphanesi sayısı 1162’ye kitap sayısı da 13.198.814’e erişiyor.
Cumhuriyet’le birlikte, ilk olarak kütüphanelerin kurumsal yapısında değişiklik görülür. Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilen kütüphaneler, vakıf malı olmaktan çıkıp devlet malı’na dönüşmüştür.
Rönesanstan gelen, aydınlanma değerlerini esas alan, akla inan, bilimi, rasyonelliği, ilerlemeyi ilke olarak kabullenen modernite; bu ilkelerini halklaştırmak ve gerçekleşirmek için yukarıda örneklerini verdiğimiz kütüphanelerin bir sosyal kurum olarak toplumsal yapıda yer almasını sağlamıştır.[5]
POSTMODERNİSM
1960 yıllarda ise edebi çalışmalarda, sanatta özellikle mimaride postmodern kavram karşımıza çıkıyor. 1970’lerde sosyolojide de postmodernism tartışmaları başlıyor. Sosyolojideki tartışmalar kimlik, sembol, parça ve tekst (metin) üzerinde yoğunlaşıyor.
Kütüphanecilik ve Enformasyon bilimlerini doğrudan ilgilendiren hatta doğrudan içeren tartışma ve çabaları görüyoruz.
Sosyolojide, postmodernism sosyal yapı ya da sosyal sistem ile tekst arasındaki yapısal benzerliğe vurgu yapıyor. Bir diğer çekici
nokta da, postmodernite: toplumu elektronik medyanın baş rol oynadığı sosyal yapı biçimi olarak tanımlanıyor. [6]
O yıllardaki bu uğraşlar yavaş yavaş bize hipertekstin gelişinin habercisi oluyor. Tartışmalar bilginin ve bilgi kaynağının parçalara ayrılması, asıl özelliği ‘doğrusallık’, ‘başlılık sonluluk’ olan moderniteye yani ‘bütüne karşı’ kağıt ortam ve kağıt ürünler ele alınarak bu içerikte sorgulamalar yapılıyor.
Jacques Derrida 1974 yılında ‘Glass’ başlıklı bir kitap yayınlıyor. Kitabın şekli bir kare biçiminde. Kitabın içinde iki bambaşka metin aynı sayfada yan yana basılmış. Biri Hegel’in ‘Phenomenolgy of Spririt’ diğeri Jean Genet’ in Literary works başlıkı yaptı. Kitabın ve sayfanın kutsal tasarımının bozluduğu an.
Ronald Barthes tekstin kendisiyle uğraşıyor. Biçimden öte içeriği parçalara ayırıyor. S/Z başlıklı yazısında Balzac’ın bir öyküsünü 556 tekst parçasına bölüyor. Bu parçaları ‘lexias’ olarak tanımlıyor.[7]
Yüksel Pazarkaya ve Metin Altıok’ta bu sürece Türkiyeden katkı yapıyorlar. [8]
Böylece insanlığın geçmişten bugüne değin ‘içindekiler’le , ‘dip notlar’la, ‘dizin’le erişimi kolaylaştırmak için parçalara ayırdğı tekstin bütünlüğü ve kitabın tasarımı sosyolojik felsefi olarak entelektüel teknolojiye uygulanabilir en iyi duruma getiriliyor. Parçalanabilir anlayış tekstin gündemi oluyor.
Tarihsel uğraş bu örneklerle hipertekstin oluşturulması sürecini başlatmış oldu.
Kapitalizmin son evresi olan veya geçiş evresi olarak tanımlanan postmodernitede, üretimden hizmet toplumuna geçiliyor, hafif enformasyon ve iletişim teknolojisi hayatın her noktasına giriyor. Elektronik medya (TV. Bilgisayar. Görsel-işitsel) sosyal gerçekliği popüler kültür biçimiyle gösteriyor.
Bu bağlamda CD-ROM ve İnternet entelektüel ve akademik içerikte ilk olarak kütüphanecilik alanında ortaya çıkıyor. Ansiklopediler ve dergiler CD-ROM da piyasaya sürülüyor. İnternette de önce kütüphane katalogları toplumun kullanımına sunuluyor. ve süreç içinde bunların oluşturduğu sanal ortam hipertekst ve de hipermedyanın gerçekleştirilmesine en uygun ortamı yarattı.
Hipertekst sürecinde, bilgi kaynağı kitabı kesin konu başlıklarına göre kataloglayan anlayış bir anda e-tekstin içindeki sözcüğü
bulan o da yetmezse o sözcüğün geçtiği diğer e-tekste ya da e-kaynaklara götüren bir uygulamayla yüzyüze geldi.
Artık ‘anyword’ tanımlı bir arama seçeneği vardı. Belki şeçenek değil asıl arama yöntemiydi. Postmodernismin klişesi ‘anything goes on ‘ anyword olarak bizim entelektüel teknolojimizde kendini göstermişti.
Bu ‘sözcük’ ile arama yöntemi arama motorlarının şöhret olmasını en büyük etkenlerden biri. Bir çocuk masumluğunda bize bakan google aşk nefter ikilemimde yine de bize en yakın bir fenomendir. Google kitap Arama ve Google akademik ile o kendi farkını ortaya koymuştur.
Sosyal gerçekliğin postmodernite de sunuluşuna bir benzerlik on da ortaya çıkyor., Google teknolojiyle, entelektüel bilgiyi popüler kültür biçimde topluma ve bireye sunanlardan biridir.
Diderot, hayalini sanal ortamda gerçekleştirmiş gibi gözüküyor.
Yazmak teknoloji midir derken, bugünkü Hipertekst sürecinde sözcük elektronik olmuştur.
Yazı katı halini kaybetmiştir. Yazıya giriş yazar ve sonuç bölümüyle bitiririm mantığı sonlanmıştır. Yazı artık bir sürü başka yazıya hatta görsel ve işitsel’e link atmıştır. Hipermedya ortaya çıkmıştır. Yazı hiç bitmeyen bir esere, süreli katkı yapılan akışkan bir forma dönüşmüştür. Ve interaktiftir. Okuyucu istenirse aniden yazar olabilir.(Jackals and arabs, Story space F. Kafka ) Büyük anıtsal metinler bitmiştir.
En son moda iletişim aygıtlarıyla da yazı dil olmuştur. Yazılı kültürden ses, görüntü ve sembolün birarada olduğu yeni bir ortama, belki de bir dile geçilmekte. Elektonik sözlü kültür.
Bundan sonra bilgi kaynaklarıda bu özelliklerde olacaktır. Bilgi ve bilgi kaynakları bu özellikleriyle yönetileceklerdir. Kullanıcılar ise bambaşka iletişim ortamlarında kütüphaneleri kullanacaklardır.
KÜTÜPHANELER
Bugünün durumunda Modernite ve postmodernite ikileminde kütüphaneleri bir sosyal kurum ve de organizasyon olarak ele alırsak neyle karşılaşabiliriz.
Modernite temel özellik olarak öngörüye (determinist) vurgu yapar, kesinlikçidir, kontrollüdur, kesin gerçekliği kabul eder, sistemli ve düzenlidir.
Postmodernitede ise sosyal yapı gerçek değildir. Sonradan yapılmıştır. Tekliğe karşı çokluğu savunur, Bir çok gerçeklikten bahseder. Çoğulculuğu ve çeşitliliği evrenselliğe tercih eder.
Modernitede bir kamusal alan örneği olan kütüphane aynı zamanda organizasyon yapısıyla da moderniteyi anlamak için çok güzel bir olgudur. Hiyerarşik örgüt yapısı, profesyonel anlamda, her bilgiyi evrensel sistemle sınıflandıran, koleksiyon geliştirmek için öngörüde bulunan, bireye doğrudan yoğunlaşan, tasarımı olan, sabit olan, sabit olduğu içinde erişimde mesafesi bulunan, dermesindeki kaynakları da sabit olan bir kurumdur.
Postmodernite ise bunlara karşı gevşek yapılanmayı, belirlizliği, evrensel yerine birimin-yerelin, tasarım yerine değişimi, sabitliğe karşı da akışkanlığı savunur. [9]
Otomasyon sistemleri bazı yanlarıyla, veri tabanları ise yukarıda belirtilen ölçütlere büyük bir bölümüyle uymaktadır.
SONUÇ
Kütüphaneler çok eski çağlardan gelmesi nedeniyle modernite öncesi belli özellikleri, ama esas olarak moderniteyi gerek felsefesi gerekse uygulamalarıyla temsil etmektedir.
Bunun yanısıra kütüphaneler hipertekst-hipermedya uygulamalarıyla postmodernitenin laboratuvarı ve gerçek öncülü olmuştur.
Elektroniğin entelektüeliteyle buluştuğu ortamdır. Dolayısıyla postmodernite modernitenin üstüne gelmiştir.
Caz müziğinde olduğu gibi davul ve bas gitar sağlam çalarsa melodiyle ilgili güzel emprovize yapılabilir. Zemin sağlamsa üstünde sıçrasın atlarsın, o zaman risk yoktur.
Kütüphaneler içerik ve kurum olarak bu iki kavramla birlikte bir geçiş süreci içindedirler. Uzun sürmekte olan bir süreçtir.
Türkiye de ise modernitenin uygulandığı kadar kütüphanecilikte hemen hemen paralelde o kadar gelişmiştir. Elektroniği çok seven bir toplum olmamıza karşın sosyal, kültürel ve akademik ortamda hipertekstleşmenin göstergesi sağlam veritabanlarına halen sahip değiliz.
Son olarak bir uyarı, modernite postmodernite karşıtlığı ve devamlılığı sürecinde kendimizi postmodern gibi gözüken bir feodalizmde bulmayalım. .
Kaynaklar
[1] Rhodes, Neil and Jonathan Sawday. “The renaissance Computer” London; New York, Routledge, p.1-17, p.29. 2000.
[2] Pawley, C. “Libraries”, International Encyclopedia of the Social & Behavioral Sciences, p. 8807-8810. doi:10.1016/B0-08-043076-7/04341-2
[3] Webster, Frank. “Theories of the information society” London ; New York : Routledge, 1995.
[4] Soysal, Özer., “Bilgin’nin yazgısı”, Türk Kütüphanecier Derneği, Ankara, 1998, s.51-101.
[5] Muddiman, Dave. “Towards a postmodern context for information and library education”, Education for Information 17, p. 1-19, 1999.
[6]Preda, A. “Postmodernism in sociology” International Encyclopedia of the Social & Behavioral Sciences, p.11865-11868. doi:10.1016/B0-08-043076-7/01942-2
[7]Ganascia, Jean Gabriel, “ On the supposed neo-structuralism of hypertext”, Diogenes, no.196, vol.49/4, 2002. Doi: 10.1177/039219210204919602
[8] Yalçın, Murat. “Türkiye'de deneysel edebiyat antolojisi” İstanbul : YKY, 2003.
[9]Ray, Kathlin L., “The postmodern library in an age of assessment”, ACRL Tenth National Conference March 15-18, 2001 Denver, Colorado.

ELEKTRONİK YAYINCILIK OKUYUCULAR VE KULLANICILAR

CD-ROM ve İNTERNET
Seksenli yılların ortalarında CD-ROM lar üretilmeye başlandı. CD-ROM lar genelde akademik yayınların künye bilgilerini içeren indekslerdi veya birer paragraftan oluşan
özetçeleri içeren e-kaynaklardı.
Takip eden yıllarda da Internet kullanılmaya başlamıştı. 1993 yılında ODTÜ de vardı
1995 yılında da bizim okul 130 no’lu aboneydi Bebek postanesine.
Burada bir hatırlatma yapmak istiyorum. Bilgisayar 1960 yılında ilk olarak Karayolları Genel Müdürlüğünde kullanılmaya başladı. www.kgm.gov.tr/galeri/p10.htm
Hacettepe, ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitelerinde büyük bilgisayarlar var hatta programcılık bölümleri vardı.
Elektronik beynimiz, Komputerimiz var diye banka reklam yapıyor.
Doksanlı yılların ortalarında yayınlar tam metin olarak CD-ROM’larda belirmeye başladı. Ansiklopediler, sözlükler CD üzerinde yayımlanmaya başladı. Artık bir dergi makalesini ASCII formatında yani harf ve rakam olarak okuyabiliyordunuz. Fakat bir matematik formülünü olduğu gibi göremiyordunuz.
Biz aracılar mutluyduk ama potansiyel kullanıcılar hala eleştiriyor ve direniyorlardı
İNTERNET
Doksanlı yılların sonlarına doğru Internet’in kullanımı büyük ölçüde yaygınlaştı. Bu zaman dilimi içinde Internet’te tam metinli bir çok veri tabanı kullanıma sunuldu. Internet CD-ROM’a karşı büyük bir üstünlük sağlamış oldu. Yayıncılar çok daha fazla kişiye erişecekleri araç olan Internet’i tercih ettiler.
Elektronik yayıncılıkta Dergiler ve referans kaynakları öncü rolünü almışlardı.
Bununla birlikte yeni bir yayıncı tipi ve yayın türü doğmaktaydı. Aynı konudaki dergileri eski ve yeni sayıları dahil biraraya toplayan yayıncı (Aggregator), veritabanı adı verilen bir yayın türü oluşturmaktaydı.
Türkiye’de de böyle bir örneğe rastlıyoruz. ‘İndeks 95’ isimli dergilerin ‘scan’ edilmiş yazı ve makaleleri tam metin olarak içeren bir veri tabanı piyasaya çıkıyor.
Bu yeni yayıncı türü dergilerin asıl sahiplerine para ödeyip elektronik olarak yayınlama hakkını satın alıyordu.
Bu dönemde bir ara makalecilik dergiciliğin yerini aldı. Öyleki bir derginin Şubat ayında çıkacak olan makalesi Ocak ayında veri tabanında yayınlanabiliyordu. Tamamlanmış yazı
bitirildiği anda e-veritabanına konuluyordu. Kağıt dergilerin özellikle akademik dergilerin aboneliğinde azalmalar başlamıştı
Bazı yayıncılar kağıda basılı ürünlerini kendileri e-ortama aktarıp kendileri pazarlamaya başlıyordu.
Dergilerini tek tek Internet ortamına koyuyordu.
‘Gutenberg Projesi’ bazı ataklarına karşın, kitaplar ise hala beklemedeydi.
Gutenberg Projesi http://promo.net/pg/history.html
1971 University of Illinois bilgisayar operatörlerinin elektronik beyinde matematik işlemlerinden öte depolama, araştırma ve erişim özelliğini icat etmeleriyle başlamıştır.
Bu proje (Hamlet) ağır klasikler, (Alis harikalar diyarında) hafif klasikler ve referans kaynaklarını elektronik olarak basmayı hedeflemekteydi vu bugünde bunu başarmıştır.
‘OKUYUCU’ ‘KULLANICI’ OLDU
Bu süreçte ‘okuyucu’ tanımlaması yavaş yavaş ‘kullanıcı’ ile yer değiştirmeye başlıyor.
Veritabanlarındaki yazıları bilgisayar üzerinde okuyanlarlar artık kullanıcıydı. Okuma eylemi bilgisayar adı verilen bir aygıtla yapılmaya başlanmıştı.
Bilgisayarlar arkadaş canlısı bir karakter kazanmışlardı.
Yeni bir tanım ortaya çıkıyordu. ‘user friendly’
ARAŞTIRMA TEKNİKLERİ
BOOLEAN
‘VE’ ‘VEYA’ ‘DEĞİL’
Bu arada veritabanlarını kullanma teknikleri de ortaya çıkıyordu. ‘Boolean’ mantıksal arama stratejisiyle anahtar sözcükler yazılıyor ve ‘and’ ‘or’ ‘not’ kullanılıyor ve istenilen yazının başlığına erişiliyordu.
Teknoloji bir sıçrama daha yapıp aranılan sözcüklerin yazının neresinde olduğunu buluyor. Artık metin içinde de tarama yapılıyordu. Bilgiyi içeren bütünden de öte bilginin bulunduğu kısıma veya parçaya erişiyordu kullanıcı. Artık cennette gibiyiz..
ÖNCE GÖZ AT SONRA OKURSUN
Veritabanlarının yazı ve içerik zenginliği ve araştırma teknolojisinin en ayrıntıda bile bilgiyi bulma yeteneği ve bulduğu sözcükleri farklı uyarıcı renklerde göstermesi kullanıcılarda ya da e-mektup ile kendi adresine gönderme seçeneği, göz atıp bakma davranışını geliştirmeye başlıyor.
Okuma daha sonraya bırakılıyor. Kes yapıştır anlayışı hayata geçebiliyordu.
İntihal bile söz konusu olabilir.
Okuyucu , kullanıcı daha doğrusu müşteri bu veritabanlarına sahip olamıyor.
Abone olma yoluyla yıllık kullanım hakkını satın almış oluyor.
Bomba uçaklar Dünya ticaret merkezine girdiğinde elektronik dergi yayımı durdu.
Altı saat sonra başka bir yerden yayıma devam ettiler.
2000 yıllarda yazılar tıpkı basım veya daha da gelişmiş biçimlerde (PDF, XML) e-ortamda boy göstermeye başlıyor.
www.openebook.org forum e-kitap yazma standartlarını oluşturuyor.
Yine bu süreç içinde Elektronik dergi veritabanlarında ambargo uygulanası başlıyor.
Dergicilik bitti makalecilik döneminden bahsederken dergiyi okuyamaz hale geliyor kullanıcı.
Dergi sahipleri veritabanına verdikleri dergilerinin son altı ve 12 ayının yayımlanmasına izin vermiyorlar.
Bilgi çağının en temel insan hakkı bilgiye erişim. Kullanıcı, tüketici
haklarının ihlali mi sözkonusu
Doksanlı yılların sonlarına dönersek, e-kitaplar ortalığa çıkmaya başlıyorlar.
Bu için öncüsü Gutenberg projesi basılı bütün klasikleri e-ortamda yayınlamayı
hedefliyordu. Ve bunu yaptılar. Varolanı elektronik ortama aktarıyorlar burada temel anlayış bu. Aktarımcılık.
Dünyada İngilizce yazalmış 1.600.000 doktora ve Master tezi internet ortamında elektronik hem saklanıyor hem de satışa çıkıyor.
http://wwwlib.umi.com/dissertations/preview/1400399
Kullanıcılara pratik
Elektronik bilimsel yazı yazma yöntemleri oluşturuyor. Artık e-ortamda alıntı nasıl yapılır
Nasıl referans olarak gösterilir vb
Amerikan Psikoloji Derneği ki bu dernek oldukça önemlidir başı çekiyor.
www.apastyle.org/elecref.html
Internet üzerinde e-kitap satışları başlıyor.
Bazı kitapların hem kağıt hem de e-versiyonları basılıyor.
Bilgi üniversitesinden Alen Duben ‘in kitapları bu uygulama için iyi bir örnek.
Fakat kağıt kitabın tıpkı basımı degil. Format değişebilir.
Bazı e-kitaplar ise yalnızca e-kitap olarak. Kağıt baskısı yok.
Buna Türkiye’den www.altkitap.com Enis batur Ve Ömer Madra nın e-kitapları
Kütüphanelere e-kitap satışları başlıyor. Hatta, bunun için kütüphaneler biraraya gelip
Konsorsiyumlar oluşturuyorlar.
KİTAPLARI KAYBOLMAYAN VE ESKİMEYEN KÜTÜPHANELER
www.netlibrary.com
ELEKTRONİK KİTAPLARI OKUYAN ARAÇLAR
e-kitap okuma araçları piyasada satımaya başlıyor.
Rocketbook / Softbook , EBook Man, The go reader, Hiebook
www.ebook-gemstar.com/devices/default.asp
The go reader üniversite öğrencileri için tasarlanmış bir çeşit elektronik kutu.
Bu kutuya 350 adet ders kitabını yüklenebiliyor. Üç kitabım farklı beş bölümü ile iki makaleyi yükleyebiliyor.
Hiebook yazıya ek olarak görüntü ve MP formatında müziği de içerebiliyor.
Pearson education ders kitaplarının ödev bölümlerini Internet üzerinde tutuyor.
Bu grubun şirketlerinden birinin internet adresine girilirse örneğin; www.aw.com akademisyen veya öğrenci ders ile ilgili yardımcı ders kaynaklarını kullanabiliyor.
YENİ E-KİTAP ÇEŞİTLERİ Fantaziler
Basımı sürekli genişletilen e-kitap:
Cass Sunstein tarafından yazılan ‘republic.com’ adlı e-kitap tartışılmakta ve eleştiriler ücretsiz olarak www.amazon.com sayfasında okunmaktadır. Yazar bu eleştirileri toplayıp daha sonra kitabı genişletişmiş baskı olarak yayınlamaktadır.
Cep telefonu için e-kitap:
www.versaly.com adlı şirket 2001 yılı sonu yani bugünlerde piyasa cep telefonundan okunan
e-kitap çıkarıyorlar. Büyük ekranlı cep telefonunda ‘Microsoft Reader’ programıyla
www.fictionwise.com yayını olan 500’ e yakın ‘kurgu bilim‘ e-kitap okuyabiliriz.
Zaman ayarlı kitap veya kendi kendini yok eden e-kitap.
www.rosettabooks.com tarafından üretilen ‘Agatha Christie’ bazı kitapları bu anlayışla satılıyor. Kitabı on saatlığına satıyorlar.
Bu süre dolunca e-kitap ortadan kalkıyor. Yok oluyor. Bir miktar daha para verirseniz kitap sizde kalıyor.
atası karbon kağıdı olan e-kağıt yolda...

The Attitudes of parents and teachers toward homework

Ankara : Middle East Technical University , 1993.

http://library.bilgi.edu.tr/search~S10?/akatipoglu/akatipoglu/-3,0,0,B/l962&FF=akatipog~alu+serdar&3,,27,0,0/indexsort=-

Kökler ve üniversite kütüphaneleri


YÖK'ün kuruluşunun ilk yıllarında üniversite bütçelerinde yapılan yeni düzenlemeler ve buna paralel üniversite yönetimlerinin politikaları, üniversite kütüphanelerini durma noktasına getirmişti. O yılları dikkate aldığımızda iyi kütüphanesi olan üniversiteler parmakla sayılacak kadar azdı. Bu üniversitelerin kütüphaneleri ortalama beş-altı yıl boyunca kitap satın almadı, daha doğrusu alamadılar. Akademik dergilerin aboneliklerinde de büyük sayıda iptallere gidildi.
Yalnızca bağışlarla ve hediye edilen kitap, dergi ve diğer tür kaynaklarla koleksiyonlar ayakta tutulmaya çalışıldı. Herkesin bildiği veya bilmediği bir gerçek de, ülkemizde hediye edilen kitap ve dergiler çoğunlukla güncelliğini yitirmiş ve yıpranmış olur. Böyle özellikli kaynakların akademik çalışmalara katkıları da yok denecek kadar azdır.
Üniversite kütüphanelerinin düşürüldüğü kötü duruma, 1984 yılında YÖK Dokümantasyon Merkezi'nin kurulması ise sanki yeni bir çözüm getirir gibi gözüktü. Bu merkez, sayısı 6 binlere varan yabancı akademik dergiye abone olmuştu ve hemen alelacele açılmıştı. Öyle ki, bu kadar sayıdaki dergi raflara alfabetik olarak dizildi ve sonra da öylece kaldı. Başlıklarındaki alfabetik özelliklerinden dolayı sosyoloji ve veterinerlik dergilerine aynı rafta rastlamak mümkündü.
Bu dev dokümantasyon merkezi, ülke çapında tüm hocalara makale fotokopisi gönderiyordu. Günlük ve haftalık Ankara turları düzenleniyor, taşradan gelen hocalar içi fotokopi dolu bavullarıyla kentlerine döndüklerinde, akademik bavul turizmindeki rollerini yerine getirmiş oluyorlardı. Ankara'dakiler ise günlük turlarla işlerini hallediyorlardı.
Araştırmacılar bilir ki, akademik dergiyi doğru kullanmak için önce 'indeks' araştırması yapılır. Elde edilen künye ile adı geçen dergideki makaleye erişilir. İndeks kullanımı bir anlamda da o bilim dalındaki literatürü günü gününe izleme çalışmasıdır.
Bu arada özel bir durumu da belirtmeliyiz; dünya ile aynı zaman diliminde ilk kez e-indeksler bu merkezde 1985 yılında kullanıldı. Anlaşılacağı gibi, bu ülkede postmoderniteye her şartta rastlanıldı.
Akademinin dış dünyaya açılan tek ve dev penceresi burasıydı. Anlayanlar ve sevenleri için haşmetli, kulları içinde zaman zaman ziyaret edilmesi zorunlu bir tapınaktı. Burada, belirttiğimiz gibi indeks, dergi ve ilk e-indeks veritabanı vardı, gidip gelmesi iyi hoştu da, referans kaynakları dışında hiç yeni kitap, daha doğrusu hiç kitap yoktu.
Soğuk füzyon, radyasyon
Ankara bozkırında ışıklı, parlak çekim merkezi, çevresinde ise donmuş üniversite kütüphaneleri. Akademik dinginlik. Birkaç iyi asabi (!) bilimcinin dışında da durumdan şikayetçi olan yoktu. Bunlar da zaten kütüphane kullanma tavrı olan bilim insanlarıydı.
Bu arada, ülkemizde 'soğuk füzyon' tartışmaları da yapılmadı değil. Üst düzey hocaları bilemiyoruz ama orta ve alt katman, bu tartışmaları 'Scientific American' dergisi düzeyinde izleyebildi. Radyasyonlu çay tartışmasına hiç girmiyoruz.
1986 tarihi itibarıyla yeni üniversiteler kurulmaya başlandı. İlk açılan Bilkent Üniversitesi'nin kendisi gibi zaten kütüphanesi de ayrıcalıklıydı. O daha önceden var olmadığı için dondurulamamıştı.
1994 ekonomik krizi dokümantasyon merkezini tümüyle olumsuz etkiledi. Sürekliliğiyle bir anlamı olan dergilerin abonelikleri maalesef durdu. Çekim merkezi ışıltısını yitirdi. Merkez, 1996 yılında Ulakbim'e devredildi.
Bu tek boyutlu dergi merkezi öyküsü yaşanırken, kütüphane müdürlükleri başkanlık formatına dönüştürüldü, hayatın doğası gereği özerklik yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. 1990'larda buzlar erimeye başladı, üniversite kütüphaneleri kaynak alımlarını yeniden başlattı. Bununla yetinmeyip, geçmişindeki buzul çağının intikamını alırcasına müthiş bir e-kitap ve e-dergi dönemi de yaşıyorlardı.
Durum böyle iken, hayat normal devam ederken ve YÖK tartışmaları sürerken, "İhale Yasası" kütüphane alımlarını da kapsayıverdi. 2003 yılında yürürlüğe giren yeni ihale yasasıyla kitap ve dergiler yine ağa takıldı. 'Kutsallık' başa bela herhalde. 'Mal alımı' yönetmeliğine tabi kılınan kitap ve dergi alımları, yeni bir donma tehlikesinin habercisi gibiydi. Masa, sandalye, patates satın alma ölçütleriyle akademik kaynak satın alma durumu ortaya çıktı.
Şimdi yaşanan sürece bakıldığında devlet üniversitelerinde kitap, dergi alımları durmuş, donmuş gibi. Bizim kökümüzde bir şeyler var galiba.

Kütüphaneleşen Google


Aşırı kağıt kitap düşkünlerinin bile heyecanlandığı bir an. "Duydun mu Google dünyadaki bütün kitapları veriyormuş?" Bugüne değin, aşırı kağıt kitap severliklerinden yayınlarla ilgili teknolojik gelişmeleri görmeyen ya da bir şekilde görmek istemeyenler, şimdi çok heyecanlı. Her ne kadar Google kitapların künyelerini toplu olarak vermeye başlasa da ve uzun dönemde de kitapları baştan sona tüm sayfalarıyla verecek olsa da, bu gelişmeler konuyla bir parça ilgili olanların pek yabancılık çekeceği noktalar değil. Halbuki evrensel ve yerel kütüphaneler, buna Türkiye'dekiler de dahil, kitapların hatta dergilerin toplu kataloglarını zaten oluşturmuşlardı.
Gutenberg projesi ve benzeri diğer uygulamalar, süre ve varissizlik gibi nedenlerle telif yasası kapsamına girmeyen kitapları kamunun erişimine ücretsiz sundu. Yalnız şunu da bilmeliyiz ki, elektronik olan veya olmayan kaynakların çok büyük bir kısmı hâlâ yayıncı ve dağıtıcı şirketlerin denetimindedir ve paralıdır. Ödeyeni de kütüphanelerdir.
Bilgi toplumunda insan hakları kavramı şu iki öğeyi de başat olarak içeriyor. Birincisi, bilgiye erişim hakkı. Herkes bilgiye erişmeli. İkincisi, bilgiyi yaratanların hakkı, bilgi üreticilerinin hakkı. İnsani ve ekonomik bu haklar, Türkiye'de de uygulamaya konan telif yasası güvencesi altındadır.
Akademik Google
Bugün olanlar ise şudur: 29 uluslararası dergi şirketi bir araya gelip "Cross-Ref-Search" adı altında bir birliktelik oluşturdular. Google ise bir arama motoru olarak bu oluşumun tüm makale künyelerini bir defada arayıp kullanıcıya sunacak. Makaleleri değil. Google bu uygulamada karşımıza 'Google scholar-beta' olarak çıkıyor. Yani akademik Google.
Yine ABD'nin dev kütüphaneleriyle yapılan anlaşmalar sonucu bir küresel kütüphane kataloğu oluşacak. Bir diğer çalışma bu kütüphanelerin derlemesinde bulunan ve telif yasası kapsamına girmeyen kitapların e-kitap haline dönüştürülmesi ve erişime açılması.
Burada önemli olan, bir kimsenin internette arama yaparken eskisinden farklı olarak aynı zaman diliminde kütüphane kataloglarını ve e-kaynakları da tarayacak olmasıdır. Kütüphaneler isteyen hatta istemeyen herkesin ayağına kadar gelmiş, gözünün içine bakıyor. Bu gelişmeler kütüphanelerin kamuoyundaki popülaritesini artıracak. Bu olguya ekonomik ve akademik niteliklerinin dışında entelektüel teknolojinin gelişimi olarak baktığımızda; kütüphaneler uzunca bir süredir zaten bu yolda ilerliyorlardı. Enformasyon ve entelektüel teknolojilerin yaratıldığı ve geliştirildiği laboratuvarlar gibiydi. Otomasyon sistemlerinin yaratılması, e-kitap, e-dergi veri tabanlarının oluşturulması ve erişim standartlarının belirlenmesi çok büyük atılımlardır. Çeşitli 'arama motorlarıyla' işbirliği yaparak akademik içerikli aramaların yapılması ve son olarak da veri tabanlarının e-kaynakları arasında interaktif bağlantıların kurulması olağanüstü gelişmelerdir.
Sürekliliğin zirvesi
Yukarıda belirtilen bu son gelişme hipertekst kütüphanelerinin de oluştuğunun bir göstergesidir. Sürekli devrimin de son zirvesidir. Bu kadar içerikli, yoğun ve hızlı teknolojik gelişmeler kütüphanelerin tanımını da tekrar gözden geçirmemizi zorunlu kılıyor. Onun için kütüphane sözcüğünün yanına mutlaka açıklayıcı tanımlar ekliyoruz. Sanal kütüphane, dijital kütüphane, kütüphane ve enformasyon, kütüphane ve e-kaynaklar gibi. Ya da enformasyon merkezi, bilgi merkezi, enformasyon kaynakları merkezi ve bilgi yönetimi gibi yepyeni tanımlar.
Bazılarının düşündüğü gibi Google'laşma kütüphanelerin sonu değil tam tersi sürekliliğin yeni zirvesi. Onun için, iyi niyetle de söylense kütüphaneler küllerinden doğmuyor, kendi sınırlarını aşıyor. Yazılar, düşünceler, resimler, notalar fizikselliklerinden firar ediyor. Bu kaçış ise onları isteyenlerin her zaman erişebileceği ortamlaradır, sanallığadır.
Sanallıkta esnekleşen, başlılık ve sonluluktan kurtulan, sayfalarından sıyrılan kitaplar artık bir başka tür oluyorlar. Bu ortamda farklı kitapların benzer bölümlerinin birbiriyle buluşup kenetlenmesi sonra tekrar ayrılması. Yazı, müzik, görsel gibi farklı kaynakların biraraya gelebilme olanağı ve ortamı bize bir şeyi hatırlatıyor. Bu Borges'in sonsuzluk kütüphanesidir. Kütüphaneleşen Google, Borges'in sonsuzluk kütüphanesinin labirentlerinden biridir.

Peki kütüphaneler?

Toplumun belleği, bilginin kaynağı kütüphaneler, günümüzde bilgi toplumunun ve çağının öncü görevini yükleniyorlar. Umberto Eco üç tür belleğin olduğunu söylüyor: Birincisi organik bellek yani beynimiz, ikincisi bitkisel ürün olan papirüs ve kağıtta oluşturulan bellek, üçüncüsü ise mineral bellek. Bunu da ikiye ayırıyor: Kil tabletler, taş yazıtlar ve silikonlar.
Silikon bellek bugün kullandığımız bilgi ve iletişim teknolojisinde tutulan, derlenen ve kullanıcıya sunulan bellektir. Son 20 yılda dünyada bu teknolojileri bir öncü gibi geliştiren ve entelektüel içeriği bu teknolojilerle bireye ve topluma yine ilk olarak sunan kütüphane ve enformasyon merkezleridir. İnternetin ilk uygulamaları, bilindiği gibi kütüphane kataloglarının sanal ortamda topluma açılmasıdır.
Üç kamusal alan
Teknolojiyi ve toplumun çıkarlarını her dönemde öne çıkaran kütüphaneler, bilgi çağı ve toplumunun üç kamusal (toplumcu) alanından biri ve en eskisidir. Konuyla ilgili bilimsel yayınlara baktığımızda üç toplumcu alan tartışılıyor. Birincisi medya veya basın. Etkisi herkesçe bilinen bir alan. İkincisi müzeler ve sanat galerleri. Bu ise biraz tartışmalı. Müzelerin eski olanları "sevimsiz", yeni olanları ise makbul. Ama galeriler bayağı gündemde. Son beş yılda müzecilik ise olumlu olarak herkesin uğraştığı, tartıştığı ve hatta hafifçe de çatıştığı bir konu başlığı.
İstanbul kütüphanesi olsa
Bu olumluluğu oluşturan ve pekiştiren gruplar nedense bu tartışmalara kütüphaneleri katmayı hiç düşünmediler. Neden aramıyorum, ama Habermas ve onun "kamusal alanlarını" bilip de güncelleştirmede böyle eksik kalınması bu sürece ve "aktivistlerine" hiç yakışmadı. "Müzeleşen İstanbul" kıskandırıcı derecede güzel. Ama bir kütüphanesi daha doğrusu dev bir İstanbul Kütüphanesi olmayan, İstanbul'un yaşanmışlığının ve yaşanacaklığının tanığı olmayan bir kent, nasıl küresel bilgi toplumunun bir metropolü olabilir? Ben yine de İstanbul'a güveniyorum.
Sanal teknolojiyle coğrafi ve sosyal mesafelerin ortadan kalktığı, çağın hızına parelel yaşam boyu eğitim ve bireysel gelişimin zorunluluk haline geldiği bugün, kütüphaneler ve e-kütüphaneler her kişi ve sosyal katmanın başvuracağı bilgi kaynaklarıdır. Örneğin, ar-ge elektronik kütüphaneleri ekonomide hemen hemen her sektörün dinamolarından biridir.
Bilgi çağında mali sermaye kadar kültürel sermaye ve sosyal sermaye de yatırımcılığın en anlamlı uygulaması olacaktır. Eski kütüphaneciliğin kendinden firar ettiği, yeni kütüphaneciliğin ise cep telefonu kütüphanesine kadar çeşitlendiği bu günlerde 41. Kütüphane Haftasını (28 Mart 3-Nisan) kutlayacağız.
Çok ihmal edilmesine karşın ülkemizde köklü bir geleneği olan kütüphanelerin bilgi toplumu anlayışıyla yeniden ele alınması, ayrıca mimari açıdan değeri olan, işlevsel ve insancıl yeni kütüphane zincirlerinin oluşturulması, Türkiye aydınlanmasına yapılacak en anlamlı entelektüel katkıdır.
Bilgi, teknoloji, erişim ve eşitlik.

Dijital uçurum ve kütüphaneler

Radikal http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=873669&Date=29.04.2010&CategoryID=42

Tarih boyunca, düşüncenin, duygunun, bilginin dağıtılması için kullanılan araçlar, bir anlamda toplumun hangi sosyo-teknolojik aşamada olduğunun ve hangi aşamalardan geçtiğinin göstergesidir. Sözlü kültürden yazılı kültüre, yazılı kültürden dijital kültüre. Kil tabletten parşömene, kitaba, hard diskten, disketten, cd'den ipod'a değin. İlk başlarda duyguyu, düşünceyi, bilgiyi içeren kaynakların toplandığı mekanlara/kütüphanelere yani merkeze giden insanlık, süreç içinde bu trafiği tersine döndürmeye başladı. Merkezin yörüngesinde uzun yüzyıllarca uydu gibi dönen insanlık, son otuz yılda yavaş yavaş uydu olmaktan çıkıp yörüngenin merkezi olmaya başladı. Günümüzde ise, teknolojik yaratıcılığın, interneti durdurulamaz bir hızla geliştirmesi bireyi merkeze getirdi. Birey artık etrafında uydu gibi dönen bilgi kaynaklarının olduğu bir sanal dizgenin ortasında yer alıyor.
Keyif ve lüks
Böylece kütüphanelerde kaynak kullanımı binanın içiyle ve duvarlarıyla sınırlanmamış oldu. Geleneksel ve fiziksel kaynaklar için kütüphaneye gidilirken, sanal kaynaklara ise bulunduğumuz yerden, istediğimiz an erişme lüksünü ve keyfini yaşıyoruz. Bu arada dünyada internetin sivil ve akademik hayatta ilk kez kütüphane kataloglarında kullanıldığını hatırlatmak da yararlı olur. Bugün kütüphaneler kağıt ve elektronik koleksiyonlarıyla bilgi toplumunun eşitleyici ve eşitlikçi kurumlarından biridir. Bilgi toplumunda, Habermasçı kamusal alana en uygun örnektir. Bilginin özgürce derlendiği, yeniden üretildiği, sansürsüz ve ticari kaygı gütmeksizin sunulduğu alandır. Ülkemizde, özellikle halk kütüphanelerinin durumu, bu alandaki kemikleşmiş başarısızlık, sanki kanıksanmış bir kabullenme gibi. Dünyada ise 'arama motorları' yeni 'kültürel iletişim teknolojileri' kimlikleriyle popüler ve ticari ortamlardan yavaş yavaş akademik ve toplumsal amaçlara ve ortamlara yöneliyorlar. Fikirsel mülk kapsamına girmeyen kitaplar ve diğer ses, görüntü kaynaklarını dijitalleştirerek toplumun, bireyin kullanımına sunmakta, sanal halk kütüphanelerini yaratıyorlar.
Kafe ve kütüphane
Enformasyon ve iletişim teknolojisi sektörleri ise son derece gelişmiş cep telefonundan, belki bu sıfat bile demode, el bilgisayarına, çubuk müzik çalarına gibi doğrudan bir bireyin yalnızca kendisinin kullanacağı yepyeni aygıtları pazara sürüyorlar. Buna koşut, bu teknolojik gelişmeyi izleyen yeni e-içerik türleri de pazara sürülüp satılmaya başlanıyor. Tek şarkılık müzik kayıtlarının yanı sıra e-kitaplardan da beş-on sayfalık gibi sayfa adedinden oluşan satış stratejileri karşımıza çıkıyor. Bütün yok, parça var. Herkesin herhalde bıkmış olduğu sosyal postmodern durum, aslında ilk ortaya çıktığı ortam olan sanal teknolojide dörtnala gidiyor. Eskimiyor, yıpranmıyor. Bir de laf yerine para getiriyor!
Gerçek hayatta ise, buna ülkemiz de dahil, bazı ilginç örnekler ortaya çıkıp yaygınlaşıyor.
Kitapçılar, mekanlara masa ve sandalye koyarak, müzik çalarak ve de kahve sunarak/satarak yeni tasarımlar ortaya koyuyorlar. Müzik, ses ve görüntü ürünleri satan marketler de sanki müzik kütüphaneleri gibi. Göz ve kulakardı edilmemesi gereken ise ortamın bir ticari alan olduğunun insan psikolojisindeki yeri. Kafeler de popüler dergi, gazete, poster, el ilanı koleksiyonları ve internet servisleriyle küçük kütüphane uygulamalarının hoş örnekleri. Bir de harcadığı parayla kendini bireysel olarak ses, görüntü içeren her tür dijital aygıtla ve dijital içerikle donatmış ayaklı sanal kütüphaneler, müthiş bir yalıtımla toplum içinde varolma. Ayrıca çok ucuza satılmaya başlanan kitaplar.
Bu kadar ilginç ve hoş gelişmeler içinde bir nokta var ki canımızı sıkan, yutkunup, durup tekrar düşündürten. BM dahil, herkesin ısrarla dikkat çektiği sosyal sorun, bilgi toplumunda sınıf farkı. Dijital fark, dijital uçurum. Yukarıda bahsettiğimiz uygulamaların içinde harcağı para veya sosyo-ekonomik aidiyeti ile varolan bireyler. Bir de bu tür yaşantıların tümüyle dışında olanlar veya sınırlı ilişkilerde bulunan sosyal katman mensupları, yoksullar.
Yeni kurumların, gönüllülük hareketlerinin, dayanışma ve sosyal sorumluluk gruplarının bu olumsuzluğa çözüm bulma ve yenilik için ortaya çıkmaları sevindirici. Cumhuriyet devriminin aydınlanmacı ideolojisinin kurduğu bu halkçı kurumları bir an önce çağdaş bina mimarisi, uzmanı ve teknolojisiyle halkın hizmetine sunmalıyız. Gelişmiş ülkeler, bilgi çağında bilgi toplumu rönesansını yaşarken, Türkiye, yurttaşları için bu entelektüel uçurumu hemen kapatmalıdır. Hem ülke içinde hem de küresel boyutta. Eğitimin, hatta yaşam boyu eğitimin, öğretimin ve entelektüel gelişimin temel kurumları olan kütüphaneler aynı zamanda toplumun belleğidir. Filler asla unutmaz...


Kütüphaneler başkenti İstanbul

Avrupa Komisyonu İstanbul, Pecs (Macaristan), Essen-Ruhr (Almanya) kentlerini 2010 yılı için Avrupa Kültür Başkenti ilan etti. Bu üç kent bu amaçla sanat ve kültür ağırlıklı plan ve projelerini hayata geçirmeye başladılar. Pek çok oluşum, kurum, sanatçı, uzman gibi biz kütüphaneciler de İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olma sürecini izlemeye başladık. Aynı zamanda aktif olarak da bu süreçte yer almayı düşündük.
Girişim Grubu, İstanbul 2010 misyonunu belirtirken, kültür ve sanat altyapıları başlığında İstanbul'un yeni kütüphanelere gereksinimi olduğunu özellikle vurguluyor. İstanbul 2010 sunumunun web sayfasında da "İstanbul'da, kütüphanelerden sanat ve kültür merkezlerine, müzelerden, sergileme ve eğitim imkanlarına kadar, sanat altyapılarının yaygınlaştırılmasına yönelik projelere destek verileceği" belirtiliyor.
Geçen yıl, kütüphane haftası açılış konuşmasında Kültür ve Turizm Bakanı, İstanbul Kütüphanesi'nin kurulacağı bilgisini verdi. Hemen ardından Nisan ayında İstanbul Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi'nde Bakanlık tarafından bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıya başta kütüphaneciler ve kütüphaneci dernekleri olmak üzere müzelerden, mimarlar odasından, üniversitelerden ve yerel yönetimden konuyla ilgili uzmanlar katıldı. Toplantıda, Rami Kışlası'nın yerine yapılacak İstanbul Kütüphanesi'nin koleksiyon içeriğinden teknolojisine ve özellikle mimarisine kadar gayet ayrıntılı bir tartışma yapıldı.
Böylece kültür başkenti İstanbul, kütüphaneler başkenti olma yolunda da ilk somut adımı atmış oldu. İstanbul 2010'un web sayfasında elektronik kaynak olarak bulunan "İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkent Master Planı"nın Artistik Programın Ana Hatları başlıklı bölümünde "İstanbul Kütüphanesi: 250 yıllık Rami Kışlası, halk kütüphanesi ve kültür merkezi olarak geliştirilmek üzere İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne devredilmiştir" bilgisinden sonra da, 2 Kasım 2007'de çıkan "İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Hakkında Kanun"da da, İstanbul Kütüphanesi ve Kültür Merkezi programda yerini yasal olarak almış oldu.
Buraya kadar yaşanan gelişmeler genel olarak olumluydu. Fakat bundan sonraki sürecin yeterli hızda olmaması, içeriğinin ayrıntılanmaması ve dolayısıyla kültür sektörüne de tam ve açık olarak yansıtılamaması olumsuzluk ya da olumsuzluğun başlangıcı gibi algılanıyor.
Süre giderek daralıyor. Yukarıda alıntı yaparak gösterdiğimiz
"kütüphanelerin" yapılması, kütüphanelere yatırım yapılması ve yine İstanbul'a bir merkez niteliğinde "İstanbul Kütüphanesi"nin kurulması anlayışları kütüphanecileri, 2010 yöneticilerini ve yerel yönetimi her şekilde motive edecek unsurlardır, stratejik hedeflerdir.
Bu sürece, sadece bürokratik olarak alınan kararların yerine getirilmesi ve uygulanması olarak bakılmamalı. Altyapı çalışması gibi düşünülmemeli. İstanbullu enformasyon uzmanları, kütüphaneciler, kütüphaneci dernekleri bu süreçte yer almalı.
İstanbul'un belleği
İlk olarak, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Kanunu'nda belirtilen İstanbul Kütüphane ve Kültür Merkezi'nin yapımına ivedilikle başlanmalı. Fakat bu bir inşaat süreci olmamalı ve böyle algılanmamalı. Bunun için ulusal düzeyde bir mimarlık yarışması açılmalı. Yarışma ile ilgili süreç bir entellektüel ortama dönüştürülmeli ve toplumla tamamen paylaşılmalı. Bu kütüphane, İstanbul'un en önemli kültür belleği simgelerinden biri olmalı. Mimarlık için de kendini aşan bir yapı olmalı. İkincisi, çeşitli ölçeklerde, farklı içeriklerde, teknolojik donanımlı yeni kütüphanelerin yapımına başlanmalı. Şu anda İstanbul'da, üniversite, halk, belediye, özel konu gibi çeşitli türde toplam 250 kütüphane var. Bunlar içinde yapılmakta olanlar hemen tamamlanmalı, yıpranmış olanlar hemen yenilenmeli, ayrıca tüm kütüphaneler eski veya yeni yapılmış olsun içerik ve teknolojik olarak toplumun her sosyal katmanını kendine davet edecek cazibeye kavuşturulmalı.
Bu arada Nisan ayının başında kutlayacağımız 44. Kütüphane Haftası kapsamında belediyenin iki yeni kütüphane açması olumlu olmakla birlikte, bunların 2010 programı ile ilişkilendirilmesi daha anlamlı olacaktı. Stratejik hedefler belli ama anlaşılıyor ki bir program sorunu var. Program netleşmeli ve günü yakalamalı. Bugün İstanbul dünyada güncel sanatın yapıldığı, sergilendiği öncü kentler arasında yer alıyor. Örneğin Bienal'in, festivallerin, alternatif sanat etkinliklerinin yapıldığı İstanbul'da, bu etkinliklerin ve ürünlerinin belgelenmesi gerekli. Kurumsallaşmış sanat merkezlerinin yanı sıra bağımsız sanat mekânlarının, performansların, geçici etkinliklerin de İstanbul'un belleğinde yerini bulması lazım. Özellikle bağımsız mekânların ellerinde günden güne gelişmekte olan dijital ağırlıklı güncel sanat koleksiyonları var. Bir 'İstanbul Sanat Dijital Koleksiyonu' kurulmalı, kurumsal ve bağımsız tüm sanat çalışmaları künye veya içerikleriyle bu koleksiyonda yer almalı.
Ortak programlar
İstanbul bütün bu çalışmaları 2010 Kültür Başkenti stratejisi ile yaptığını unutmamalı. Bu arada kardeş kültür başkenti olan Pecs ve Essen ile ortak programlar geliştirmeli. Örneğin, Essen 2010 için kendi Ruhr bölgesindeki tüm üniversite, halk, özel konu kütüphanelerini bir bilgi ağında birleştiriyor. Tarihi değerleri olan tüm kitap ve dokümanları bir kültürel miras kaygısıyla bu bilgi ağında kamuoyuna ve topluma dijital ortamda sunuyor. Aynı zamanda Essen 2010 için diğer kardeş başkentlerle işbirliği yapacağını da belirtiyor.
Bir diğer örnek, 2009 Kültür başkenti Linz ise bambaşka bir programla karşımıza çıkıyor. Programın adı "yüz dilin kütüphanesi". Bu program Linz'te yaşayan göçmen veya kentli ve anadili Almanca olmayan kişiler için tasarlanmış. Kişiler programa kitap bağışlayıcı veya ödünç alıcı gibi iki pozisyonda katılıyorlar. Kişiler kendi anadillerindeki kitap veya benzer yazılı kaynakları kütüphaneye bağışlıyorlar. Böylece, en az 100 farklı dilde 1000 kitaptan oluşan bir kitaplık düşünülüyor. Bu iş için kullanılacak kütüphane de fiziksel olarak konteynırdan oluşacak ve merkez kütüphanenin önüne yerleştirilecek. Linz'in böylece başkent döneminde çok özel bir kütüphanesi olacak.
İstanbul yakaladığı bu şansla, aynı zamanda bir kütüphaneler başkenti olduğunu da ispat etmeli. Başkent olmak kalıcı altyapılar ve uzun erimli projelerle mümkündür. Sürükleyici olmalı. Gerçek ve gerçekçi olmalı.

Bellek ve gelecek



Binanın önüne geldiğinizde önce rengarenk büyük
boruları görürsünüz. Sonra, merak edip de binanın içine girdiğinizde öğrenirsiniz ki, borular binanın sıhhi tesisat sistemidir. Sarı borular elektrik kablolarını taşıyor, mavi borular havalandırma için kullanılıyor. Yeşil borular da sıvıların akıtıldığı kanallar. Kırmızı borular hareketi, dolayısıyla yürüyen merdivenleri, merdivenleri ve yangın söndürme eylemini gösteriyor. Daha ayrıntılı sorgulamada ise anlaşılır ki, amaç içeride yaratılabilecek en geniş kullanım alanını oluşturmaktır. Hatta ofislerin tümü sokağın karşısındaki komşu apartman katlarına yerleştirildi. En geniş kullanım alanından kastımız ise her tür bilgi kaynağının kullanıcı ile buluştuğu salonlardır. Bahsettiğim Paris Pompidou Center'daki (başvuru) Referans Halk Kütüphanesi'dir. Giriş kısmında yeni bir kütüphane anlayışı ile karşılaşıyoruz. İş başvurusu nasıl yapılır? İş başvuru formu nasıl düzenlenir? Buranın diğer çekici özelliklerinden biri de kendi kendine dijital ortamda yabancı dil öğrenme şansıdır. Hemen hemen tüm dünya dillerini kendi kendinize, dijital ortamda öğrenebilirsiniz. İsterseniz tek başınıza tüm gün boyunca rahatsız edilmeden film izleyebilirsiniz. Kapıda genelde giriş kuyruğu olur ve günün her saati kalabalıktır. Pompidou Center ve Kütüphanesi Paris'le özdeşleşti. Yerlisi kullanır, yabancısı bir müze gibi gezer. Asıl özelliği Paris'in hatırda kalmasını ve hatırlanmasını sağlayan sayılı göstergelerden biri olmasıdır. Açılış yılı 1977'dir.
Hatırlatmakta yarar var, içerde sanat kitaplarının demir parmaklıklar ardında bulunduğu zengin bir sanat koleksiyonu vardır. Bu özel birimin adı "Kandinsky koleksiyonu"dur. Burası kütüphanenin biraz da gizli huyunu gösterir, sevdiği şeyi hemen paylaşmaz. Naz yapar.
Bu kültür merkezi ve kütüphane, Georges Pompidou'nun hamiliğinde yapıldı. Fransa'dan diğer bir entelektüel hamilik de François Mitterrand tarafından gösterildi. Mitterrand'ın adını taşıyan yeni milli kütüphane dikdörtgen alanda, 79 metre yüksekliğinde, dört cam kuleden oluşur. Cam kuleler açılmış kitap gibidir. Gelenekselin yanında, radyo yayınlarını bile içeren zengin dijital koleksiyonlar vardır. Kütüphanenin yanı sıra öğündükleri ve hatırlattıkları bir diğer öğe de yeni metro hattıyla buraya ulaşımın sağlandığıdır. 1998 yılında açıldı. Entelektüel yarışta Pombidou'ya bir cevap ve bir paydaş oldu.

Projeler
Dünya küçülüyor. 2002 yılında ise, bu gelişmelere bir entelektüel yanıt, Akdeniz üzerinden geliyor. Akdeniz tarihten gelen bilgi denizi olma özelliğini yeniden kazanıyor. Bilginin iktidar olduğu dönemde, limanına gelen gemilerde arama yapıp, kütüphanesinde olmayan kitaları alıp, elle çoğaltıp iade eden kültür, tekrar kendi toprağında hayat buluyor. Korniş adı verilen sahil yolu üzerinde denize bakan 160 metre çapında, kesik silindir gibi güneş saati görünümlü bir yapı. Yerin 10 metre altından gelip karaya ve göğe doğru yükselen 32 metre eğimli cam çatı. Algılamakta telaşlandığımız, durup kaldığımız, tarihi İskenderiye Kütüphanesi'nin yerine yapılan yeni İskenderiye Kütüphanesi. Metafor zenginliği. Daireselliği sonsuzluktur. Bu yapı bir mikroçiptir. Bilgiyi taşır, içerir, sunar. Mikroçip, bilgi ve teknoloji çağında kütüphanenin aktif öncü rolünü sembolize eder. Güncelliğini gösterir. Bellek ve geleceği vurgular. Bu yapı da BM'nin öncülüğünde ve Hüsnü Mübarek'in hamiliğinde yapıldı. Binanın mimari, sanatsal ve başka diğer özelliklerinden öte, yaşanan süreç de dikkat çekicidir. Önce uluslararası düzeyde bir mimari proje yarışması açıldı. Uluslararası düzeydeki 526 mimarlık stüdyosu projeleriyle bu yarışmaya katıldı. Bunlar arasında Norveç kökenli ama farklı ülkeden mimarları içinde çalıştıran bir stüdyo yarışmayı kazandı.
Söz, kütüphane binaları için yapılan mimari proje yarışmalarına gelmişken, bir yarışmanın sonuçlandığı haberi de 1,6 milyon nüfuslu Çek Cumhuriyeti başkenti Prag'tan geldi. Prag'da kurulacak olan Milli Kütüphane proje yarışmasına ulusal ve uluslararası nitelikte 355 proje katıldı. Hatta bildiğim kadarıyla Türkiye'den katılan bazı mimarlık stüdyoları da bu yarışmada proje sundular. İlk elemeden sonra çok değişik, ilginç ve futuristik özelliği olan sekiz proje finale kaldı. Uzmanların ve kamuoyunun tartışmaları sonunda da yarışmayı Çek asıllı mimar Jan Kaplincky'nin İngiltere'ye kayıtlı mimarlık stüdyosu kazandı.
Yukarıdaki örneklerde dikkat çekici ortak nokta ise, şehri temsil edecek ve anıtsal özelliği olan mimari yapılar, önce bir yarışma süreci yaşıyor. Bu süreç, kendi kamuoyunun da kabulünü alması ve olumlaması açısından önemlidir. Projelerin sergilendiği süreçte uzmanların değerlendirmelerine paralel olarak medya, toplum ve demokratik örgütler de kendi beğeni ve eleştirilerini bu süreç içinde ortaya koyuyor.
Bu anıtsal yapılar, çağın bu öncü yapıları aynı zamanda yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekyor. Kapıların önünde kuyruklar oluşuyor, günde iki veya üç kez yapıyı tanıtıcı turlar düzenleniyor. Kütüphane, içerik ve mimarisiyle bir sergi oldu.
2010 Avrupa Kültür Başkenti ivmesiyle İstanbul Kütüphanesi nihayet gündeme geldi. Bu kütüphane, mimari özelliğiyle çağımızın ilerisinde olmalıdır. İçerik bakımından da geleneksel koleksiyonuyla geçmişi, dijitalleşmiş koleksiyonuyla bugünü ve gelecekte kullanılacak teknolojiyi içerecek bir kurguda olmalıdır. Proje şimdiden kendi adını koyuyor: "Bellek ve Gelecek."
Somut olarak konuşursak bu yapı halkın toplu taşıma araçlarıyla kolayca ulaşabileceği, kentin merkezinde veya merkezi olma özelliği gösterecek bir yerinde konumlanmalıdır. Gerekiyorsa sosyal ve fiziksel çevresini de entelektüel ortama dönüştürecek yeteneği göstermelidir. O artık İstanbul'un simgelerinden biridir. Ama çok İstanbul'a bir kütüphane yetmez. Bu sadece başlangıç olsun.